YARIN GENE SABAH OLACAK

Türkmenistan’ın 19 uncu yüzyıl şairlerinden Kemine bir hiciv ustasıydı. Şiirlerinden çoğunda yoksulluğu ve garipliği işlemişti:

“İymesem, içmesem, midarım ötmez,

Bürenip yatmağa kararım yetmez.

Günde mün kovlasam, baylara gitmez,

Goş basıp, dulumda yatar garıplık. ..”

Kahramanlık şiirleriyle ünlü Seydi’yi, Mahtımgulı’nın yiğeni olan aşk şairi Zelilî’yi, destanları ile ünla Mollanepes’i, türküleriyle tanınan Matacı’yı anmadan geçmek istemiyorum. .

Evet biz Türkmenistan’ı özgürlüklerinin onuru ile baş başa bırakıp, sözü diğer Türk topluluklarına getirmek istiyoruz.

14 üncü yüzyıldan itibaren başlayan eski Yugoslav Türk edebiyatı, günümüzde de Türk edebiyatının paralelinde devam etmekte. Türkçe gazete ve dergiler çevresinde toplanan Çağdaş Yugoslav Türk sanatçıları, Türkiye ile yakın ilişki içindeler.

Eski Yugoslavya Türk sanatçıları, edebiyatın bütün türlerinde eserler veriyorlar. Ancak en çok, şiir türündeki çalışmaları dikkat çekiyor.

Prizen doğumlu ve folklor alanında da çalışmalarıyla tanıman şairlerden Nimetullah Hafız’ın çocuklar için yazdığı bir şiiri şöyle:

“Yarın gene sabah olacak.

Dili çözülecek kuşların, şeytanlıkları çocukların

Bir bakacaksın boy verip açacak yeni tomurcuklar

Denizler de yeniden dalgalanmaya başlayacak.

İşte böyle, yarın gene sabah olacak.

Yarın gene sabah olacak,

Altın kapıları açılacak gündüzün,

Sonra gezinecek sokakta kişiler,

Kimisi okuluna, kimisi işine gidecek.

İşte böyle, yarın gene sabah olacak.

Yarın gene sabah olacak,

Her şeyde bir değişiklik göreceksin,

Doğa dünden daha iyi,

Çocuklar dünden daha güzel olacak,

Yarın gene sabah olacak.

1947 yılında Üsküp’te doğan Avni Engüllü’nün kısa şiiri “Saklambaç” adını taşıyor:

“Bir noktaya

Çömelmiş bakışları dedenin.

Sokağın çocukları bir araya gelmişler,

Oynuyorlar saklambaç,

Dedem öyle bakıyor ki,

Çocukluğu

Hâlâ aç.”

Biraz da Irak Türk edebiyatından söz etmek gerekir. Irak Türkleri edebiyatını ve şiirlerini yirminci yüzyıldan önceki ortak edebiyatımız ve çağdaş edebiyat olarak iki dönemde incelemek doğru olur.

Irak Türk şairlerinden bir bölümü, Türkiye’ye yerleşmiş, sanatlarını yurdumuzda sürdürmüşler ya da sürdürüyorlar. Ancak Nesrin Erbil, Muzaffer Aslan, Nusret Merdan ve Mustafa Ziyaî gibi şairler, doğdukları Irak topraklarında, zor koşullar altında, hüzün dolu şiirlerini yazdılar.

Nesrin Erbil, Bekir Sıtkı Erdoğan’ın Hancı olarak bilinen şiirine nazire olarak şöyle yazmış:

“Ne gurbette gezdim, ne de yoruldum

Ne derdimi söyledim, ne de soruldum.

Sırrımı derecek tek seni buldum,

Ben kendi yurdumda garibim hancı.

Sana anlatacak dertler çok bende,

Güllerim derildi taze gülşende,

Artık karanlıktan bahsetme sen de

Ezelden bu zulmet nasibim hancı.

Sana öz yurdumdan kopup koşmuşum,

Sil gözyaşlarını ben de çoşmuşum.

Kadehi doldurma zaten sarhoşum,

Ben hicran meyini içmişim hancı.

Yalnız gurbet gezen değildir dertli,

Garipler sılaya varmakla ümitli,

Bana her ümidin kapısı kitli,

Keder elbisemi biçmişim hancı.

Ne kadar anlatsam yine ruhum boş,

Vazgeç benden hancı, gariplere koş.

Teselli yok bana bırak başı boş,

Ben kendi yolumu seçmişim hancı...

Türk topluluklarının yaşayan şiirlerinden söz ederken, ayırdığım iki yazımda, Batı Trakya Türkleri şiirinden, Başkurt, Karaçay Malkar Türklerinin şiirlerine kadar pek çok örnek vermek isterdim. Ancak argo deyimle kabak tadı vermek istemedim. Bir süre sonra denemek niyetliyle diyelim.

Önceki ve Sonraki Yazılar