Güneş Gürseler

Güneş Gürseler

DAĞINIK SİYASET ANILARI-4

BAŞBAKAN BAŞDANIŞMANI OLUYORUM

Hükümetin kuruluşu öncesindeki etkinliğim ve Genel Başkanla fiilen birlikte çalışmam Hükümet kurulduktan sonra da bunun devamı gibi bir durumu ortaya çıkardı. Örneğin; ANAP Hükümetinin Başbakan Yardımcısı Ekrem Pakdemirli idi ve Genel Başkan görevi ondan devralacaktı. Bir gün önceden randevuyu ayarladım. Sabah Pakdemirli'nin makam otomobili ile Genel Başkanı Pembe Köşkten aldım. Başbakanlık yeni binadaki makama gittik ve basının önünde devir teslim töreni yapıldı.

Hepimiz için yeni bir dönem başlıyordu.

İlk sorun; Genel Başkan'ın makamı hangi binada olacaktı?

Pakdemirli, Başbakan Yardımcısı olarak yeni binada çalışmıştı ama tek parti hükümetinin üyesi idi, Başbakan ile sürekli aynı çatı altında olmaları gibi zorunluk yoktu. Oysa şimdi koalisyon kurulmuştu ve Başbakan ile Başbakan Yardımcısının aynı binada olmasında yarar vardı. Bu görüşümü Genel Başkana anlattım ve Başbakan'ın makamının bulunduğu ve "Eski Başbakanlık " olarak anılan binada bir oda hazırlamamıza izin vermesini istedim. Uygun gördü.

Bu arada Başbakan, müsteşar atamasını yapmış ve Necdet Seçkinöz Başbakanlık Müsteşarı olmuştu. Kendisini makamında ziyaret ettim, tanıştık, kutladım ve oda talebimizi söyledim. Birlikte oda seçimini yaptık. Başbakan'ın makamının hemen karşısındaki oda uygun görüldü. Fakat oda oldukça pis ve bakımsızdı. Başbakanlığı, işleyişini, görevlilerini tanımıyordum. Karayalçın'ı aradım ve Ankara Büyükşehir Belediyesinden yardım istedim. Özel Kalem Müdürü Birsen Karaloğlu, özel kaleminden Ayşe Ataş'ı ve temizlikte yardım edecek görevlileri gönderdi, SHP'de Genel Merkez Gençlik Komisyonunda birlikte çalıştığımız Gürsel Erol ve arkadaşları da yardım etti de odayı hazırladık.

Başbakan Yardımcısı olarak Genel Başkan'a bağlı çalışacak kurumlar da belli olmuştu. Çalışma düzenini oluştururken bu kurumların olanaklarından da yararlanmaya çalıştık.

Özel Kalem'in oluşturulması gerekiyordu. Birsen hanım ve arkadaşları Büyükşehir Belediyesindeki görevlerine döneceklerdi. Genel Başkan, İstanbul'dan arkadaşı ve aile dostu Uğur Büke'yi Özel Kalem Müdürü olarak görevlendirdi.

Bütün bu koşuşturma içinde ben de fiilen Başbakanlıkta çalışır olmuştum. Başbakan Başdanışmanlığım gündeme geldi. Genel Sekreter Yardımcılığından istifa ettim. Kararnamem imzalandı ve resmen göreve başladım.

Milletvekili lojmanını boşaltmamın zamanı da gelmişti. Nereye taşınacaktık? Başbakanlıktan lojman talebinde bulunabileceğim söylendi. Önce uygun lojman bulunamadı. Milletvekili lojmanını da hemen boşaltmak istiyordum. Sonuçta Başbakan Yardımcısı'na tahsis edilen lojmanda oturabileceğim anlaşıldı. Genel Başkan'ın onayı ile Balgat'da Yüksel Sitesindeki lojmana taşındım. Kaderin cilvesi lojmanda benden önce Tekirdağ Milletvekili, Devlet Bakanı Ahmet Karaevli oturmuştu. Onun boşalttığı lojmana ben yerleştim.

Başbakan Başdanışmanı olarak atanmıştım. Lojmanım da olmuştu ama henüz Başbakanlık'ta çalışacak bir odam yoktu. Bu sorunu da Necdet Seçkinöz çözdü ve binayı dolaşarak, Genel Başkanın odasına yakın, Devlet Bakanı makamı olarak kullanılan bir odayı bana tahsis etti.

Şimdi de benim kendime çalışacağım kadroyu oluşturmam gerekiyordu. Özel kalem, santral, büro hizmetleri gibi konularda yardımcı olacak ekibi kurma gayretine girdik. Başbakanlığın deneyimli elemanları Ayla Hatırlı, Aysel Ersan, İbrahim Pınar bu dönemde yardımcı oldular. Fikri Serdar Çetin, Fariz Acar, Başbakan Yardımcılığı yazışmalarını yürütebilecek donanımda bir ekip kurdular. Ayrıca Birol Ertan, İsmet Yazıcı, Metin Şentürk, Ahmet Yılmaz, Seyfettin Aydın, Dicle Ekinci, Yalın Kılıç’tan oluşan genç ekibimiz de tüm enerjileri ile gece gündüz çalıştılar.

Başdanışman olarak kamuda çalıştığım bu dönem bana “Devlet”i tanıttı. Devlet bürokrasinin nasıl çalıştığını içinden, Başbakanlıktan görme fırsatı buldum. Bu görev bana siyaseten zarar verdi ama öğrettiklerinin çok yararını gördüm. Bir avukat ve milletvekili olarak olaylara farklı açılardan yaklaşmıştım.

Prof. Dr. Hurşit Güneş, ekonomik konularda çalışmak üzere Başdanışman olarak atandı. Daha sonra Fikret Ünlü'de Başdanışman olarak aramıza katıldı.

Oluşturduğumuz çalışma düzeninde; danışmanlar ile özel kalem ve büro görevlileri olmak üzere iki grupta çalışıyorduk.

Danışmanlar; Hurşit Güneş'in başkanlığında Erol Katırcıoğlu ve Nilgün Arısan ve Halil Kahraman'dan oluşan ekonomi danışmanları, Ahmet Karabilgin ile başladığımız ve onun Sivas'a vali atanmasından sonra Atıl Uzelgün, Halil Nimetoğlu ve Kutluay Ökten ile devam ettiğimiz içişleri,. terör, içgüvenlik gibi konulardaki danışmanlarımız, İbrahim Pınar hukuk danışmanımız, Aysel Ersan kamu personeli ile ilgili sorunlar konusundaki danışmanımız idi. Halkla ilişkiler Ayla Hatırlı ve Fikri Serdar Çetin tarafından yürütülüyordu. Dr. Hikmet Özdemir siyasi danışmanlık yapıyordu. Birol Ertan da Başbakanlık Danışmanı ünvanı ile çevre sorunları konusunda çalışıyordu. Gençlik Komisyonundan getirdiğimiz arkadaşlar teknik konularda yardımcı oluyorlar, gezileri düzenliyolar, eşlik ediyorlar, her hizmete canla başla koşuyorlardı. Hasan Şahan da basında ve partide geçirdiği özverili yılların birikimini bu genç ekiple birlikte Erdal İnönü'nün hizmetine sunmuştu. Daha sonra aramıza Selahattin Balta da danışman olarak katıldı. Aykut Ekzen de ekonomiden sorumlu başdanışman olarak son dönemde görev yaptı. Süleyman Solak da Hurşit Güneş ile birlikte çalışıyordu. Mithat Sirmen de bir süre bizimle çalıştı.

Dış politika konusunda ise doğrudan Dışişleri Bakanlığından görevlendirilen ve Bakanlığa bağlı olarak çalışan uzmanlar görev yapıyordu. Bu bölümde Süha Noyan, Ayşe Sinirlioğlu, Lale Ülker, Zergün Korutürk çeşitli zamanlarda görev yaptılar.

Basın Danışmanlığı görevini ise Genel Merkez'de de aynı görevi yapan Ümit Aslanbay yürütecekti. Ümit Aslanbay, bir süre sonra ayrılınca yeni bir görevlendirme için arayışa girdik. Basında deneyimi olan, Başbakan Yardımcısının hem de Erdal İnönü'nün basınla ilişkilerini düzenleyebilecek ayrıca kamuda çalışmayı da isteyecek bir basın mensubunu bulmak zordu. Zaten bir süre de bulamadık.

Neden, "hem de Erdal İnönü'nün" dedim. Bunu da anlatmalıyım.

Erdal İnönü, genel olarak konuşmayı seven bir insan değildir. Ayrıca basınla da başka siyasilerin yaptığı gibi gerekli gereksiz konuşma gibi bir isteği de yoktur. Basını halka ulaşmada bir aracı olarak gördüğü için halka ulaşmasını istediği bir mesajı olduğunda basından yararlanmak istemiştir. Örneğin, bir akşamüstü Başbakanlık binasından çıkarken, bir muhabir arkadaşın ısrarlı soruları karşısında cevabını veren Genel Başkan, muhabirin ısrarı devam edince; "Bana bak, sen bana aklından geçen cevabı verdirmeğe çalışıyorsun. Ben senin düşündüğünü değil, halka ulaştırmak istediğimi söylerim." diyerek çıkışmıştı. Ancak basın sürekli olarak bazı şeyleri onun ağızından duymak istediği için yaklaşmaya çalışmış bizler de özellikle SHP muhabiri arkadaşların arzularını yerine getirebilme gayretinde olmuşuzdur. Fakat başarılı olamıyorduk. İşi bilen, inisiyatif koyup yönlendirme yapabilecek uzman bir arkadaşımız kalmamıştı.

Sonunda birden Tuncay Özkan aklıma geldi.

TUNCAY ÖZKAN

Tuncay'ı milletvekilliği dönemimden tanıyordum. Cumhuriyet'in parlamento muhabiri idi. 1988 yazında, TBMM Çevre Araştırma Komisyonu olarak yaptığımız geziye katılmıştı. Kayınpederi Kenan Durukan'ı tanıyordum. Uğur Mumcu ile birlikte Cumhuriyet'ten ayrılmıştı. Çalışmıyor, Cumhuriyet'e dönebilecekleri bir ortamın oluşacağı inancı ile evinde bekliyordu. Odamda Uğur Büke'nin de bulunduğu bir akşamüstü, sekreterimden Tuncay'ı bulmasını istedim biraz sonra Tuncay telefonda karşımdaydı. Ben, doğrudan ilk cülmesi "Gel bize, katıl bize, hem oyuna hem söze" şeklindeki çocuk şarkısını söylemeye başladım. Şaşırdı. Sesinden duygulandığı da belli oluyordu. Teklifimi söyledim ve hemen gelmesini rica ettim. Geldi, tek koşulu; Uğur Mumcu'nun Cumhuriyet'e dönmesi halinde bizden ayrılacaktı. Uğur Mumcu ile konuştuğunu sanıyordum.

Hemen çalışmaya başladık. Tuncay'ın ne kadar doğru bir seçim olduğu ilk günlerden belli olmuştu. Teknik eksiklerimizin giderilmesini istedi, bilgisayardaki eksikleri giderdik, Anadolu Ajası'na doğrudan bağlanıp haberleri anında ekranda görmemi sağlayan sistemi kurduk. Genel Başkan'ı basına daha fazla zaman ayırmasının yararlı olacağına ikna ettik. Gazete ve dergilerle özel röportajlar, televizyon programları, demeçler kısa zamanda yoluna girdi.

Tuncay aramıza katıldığı 1992'de henüz 26 yaşındaydı. Fakat birikiminin, mesleğine bağlılık ve sevgisinin yaşı ile oranlanması olanaksızdı. Çok yoğun birlikte çalışır olduk. İstediğimiz sonuçları aldıkça heyecanımız daha da artıyordu. Genel Başkan da tempomuza uymuş, basın konusundaki taleplerimize karşı çıkmaz olmuştu. Tuncay hepimizi etkilemişti, itiraf edeyim en çok etkilenen de ben olmuştum.

Tuncay, Başbakanlık'ta çalıştığım dönemin kazançlarının başında gelir.

Daha sonra Uğur Mumcu Cumhuriyet'e dönünce o da bizden ayrıldı ve çok sevdiği gazeteciliğe döndü. Zaman zaman odamdaki direk telefondan arar ve ben de onun aradığını hissedip telefonu doğrudan "Tuncay" diyerek açardım, çok şaşırırdı.

Sonraki başarıları Tuncay'a değer vermekte ne kadar haklı olduğumu gösterdi.

NECDET SEÇKİNÖZ

Başdanışman olarak görev yaptığım zorlu dönemin en önemli kazancı Necdet Seçkinöz'ü tanımak olmuştur.

Başbakanlık Müsteşarı olarak tanıdığım Seçkinöz, Emre Kongar'ın da yazdığı gibi; "sakin, beyefendi, bürokrasiyi çok iyi bilen ve çok iş çıkaran bir teknisyeni", yardım isteyebileceğim bir büyüğü ve gölgede kalarak bir lidere nasıl hizmet edileceğinin örneğini ve mütevaziliği gördüm.

Necdet Bey'in Demirel ile olan uzun geçmişini bunun koşullarını değerlendirmek bana düşmez. Sol kesimde, en azından benim içinde bulunduğum çevrede, siyasetin bu kadar içinde ve etkin olup da kendisi siyasetten uzak duran, liderin gölgesinde kalmayı içine sindirip sadece lidere hizmeti için var olan kimseyi görmeyişimin altını çizmek istiyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar