Güneş Gürseler

Güneş Gürseler

“HESAP LÜTFEN!” YA DA VEDAT MİLOR’U TANIMAK…

Vedat Milor’un Nurhak Kaya ile söyleşisi geçtiğimiz Mayıs ayında “Hesap Lütfen! Özgün, Dengeli ve Lezzetli Bir Yaşamın Peşinde” başlığı ile Kronik Kitap’tan yayımlandı.

Kitabı yeni bilgiler edinmenin zevki ile hemen okuyup bitirdim.

Kamuoyumuzun gastronomi uzmanı olarak tanıdığı, şarap uzmanı, iktisatçı, sosyolog, televizyoncu, yazar Vedat Milor’un bu söyleşi kitabı da televizyon programları gibi bilgi birikimi ve derinliği ile okuyucuyu hemen kendine çekiyor.

“Hesap Lütfen!” başlığı sadece iyi bir lokantada yenen nefis bir yemekten sonra belirtilen isteği değil, hem kendisinin bütün birikim ve deneyimi ile topluma kattıklarının hesabını vermesini, hem de; “Evet, az gelişmiş bir ülkeyiz ve son yıllarda birçok fırsatı geri teptik; kaliteli eğitim, fırsat eşitliği ve kökleri haysiyete dayanan temel haklarımızı da kaybettik. Hukuka ve adalete sığınmak yerine, arada tanıdık olursa her sorunun hallolacağını zanneden bir toplum olmaya başladık.” şeklinde ifade ettiği olumsuz tabloyu yaratanlardan sorduğu hesabı içeriyor.

Söyleşi ve kitabın amacının okuyucuda merak uyandırıp, düşündürerek daha da derine inmeleri ve araştırmaya yönelmelerini sağlamak olduğu belirtiliyor. Belirtilen amaç en azından benim üzerimde fazlasıyla gerçekleşmiş durumda.

İçeriği çok yoğun ve yüksek olan 263 sayfalık bir eseri kısa bir köşe yazısında tanıtmanın olanaksız olduğunu biliyorum. Amacım da bu değil, yapmak istediğim, gastronomi uzmanı yönü ile tanıyıp izlediğim Vedat Milor’un, kitabı okuyunca etkilendiğim kültür birikiminin, düşüncelerinin ve öngörülerinin de tanınması için bu kitabın okunması gerektiğine dikkat çekmek.

Ekonomi, sosyoloji ve hukuk eğitimi alan Vedat Milor, kitabın daha önsözünde, 1980’lerde Kaliforniya Berkeley Üniversitesi’nde Fransa ve Türkiye’yi temel alarak “kapitalist ekonominin planlanması” üzerine hazırladığı doktora tezinde; ülkemizde devletin güçlü değil, zayıf bir devlet olduğu tespitini yaptığını belirtiyor. Bu tespitin ışığında, kurumlaşmasını tamamlamamış, yasa önünde eşitlik ilkesini yaşama geçirememiş bir ülkede planlama olsun olmasın sağlıklı bir ekonomik gelişmenin önündeki en büyük engeli oluşturan, “crony-capitalist” ekonomik sisteminin değişmeyeceği, tam tersine bir ahtapotun kolları gibi toplumun her hücresine nüfuz eden kronik, öldürmeyen ama süründüren bir hastalık haline geleceği öngörüsünü belirtiyor.

Ayrıca; “Ülkemizde maalesef önceden plan yapmak ve planlı yaşamak çok zor. Türkiye’de yaptığınız planlar genellikle maruz kaldıklarınız üzerinden değişmek zorunda kalıyor. Gündelik hayatımızı meşgul eden o kadar çok dış etkenle karşı karşıya kalıyoruz ki bazen “Niye?” sorusu bile anlamını yitiriyor. Çünkü aksiliklerin nasıl oluverdiğini anlayamıyorsunuz.”

“Crony-capitalist” ekonomik sistemin devlet yetkilileri ile imtiyazlı iş çevreleri arasında karşılıklı avantajlara dayalı olduğunu düşünürsek Milor’un öngörüsünde ne kadar haklı olduğu kabul edilecektir.

Kitapta daha pek çok doğru çıkan öngörü ve bunlara bağlı ancak yerine getirilmeyen istekler var. Vedat Milor da bunu söyleşide; “Öngörülerim doğru çıktı ama isteklerim gerçekleşmedi.” şeklinde belirtiyor.

Kamplaşmanın ötesinde vahim sonuçları olan “kabilecilik” anlayışının ülkemizde çok yaygın olduğunu belirten Milor; karşı karşıya olduğumuz zorlukların kökenine indiğimizde çoğu zaman karakteristik problemlere, zayıf özgüvenlere, güçlü önyargılara ve basmakalıp düşüncelere rastladığımızı belirterek; insanlara, temellerini sağlama aldığınız yeni fikirlerle gittiğinizde, size şiddetli tepkiler gösterebildiklerini ve bu tepkilerin kendi doğrularımızdan anında vazgeçebilmemize sebep olduğunu dile getiriyor.

İçi boşaltılan pek çok kavram gibi muhafazakarlığın da sık sık karıştırıldığı belirtilen söyleşide; “Muhafazakarlık; geleneksel olanın, kültürel ve tarihi kodlara sadık kalınarak yaşamasına katkıda bulunmaktır. Örneğin Galata Kulesi’nin restorasyonuna karşı çıkmak muhafazakarlığın hakkını vermektir. Tarihimiz konusunda en bilgisiz kesim, hamaset edebiyatı yaparak kendini muhafazakar addedebiliyor. Oysa iş doğayı korumaya, tarihe sahip çıkmaya, mutfağımızı savunmaya gelince değerlerimize sahip çıkma konusunda hiçbir çabalarını göremiyorum….. Ben onlara muhafazakar değil, muhafazakarcı diyorum. Dünyanın en tehlikeli siyasi hareketlerinden biri muhafazakarcılıktır.” görüşü belirtiliyor.

Herkese ve de özellikle gençlere tavsiye ettiğim bu değerli eser ve tüm çalışmaları için Vedat Milor’a, sorularıyla söyleşiyi daha da içerikli hale getiren Nurhak Kaya’ya teşekkür ederek kitaptan son bir alıntı ile yazımı bitiriyorum:

“Dünya hızla değişiyor. Ulus devlet, göçler, gelir kaynakları, sermaye-emek ilişkisi, sermaye içi ilişkiler açısından çok ciddi depremler yaşayacağız. Çok daha belirsiz bir dünyaya gidiyoruz. Zenginliğin çok süratli bir şekilde el değiştirdiği bir dünyadan bahsediyorum. Eh, bu değişim sonucunda ne olacağını belki yaş olarak bizler göremeyeceğiz ama çocuklarımızı, çocuklarımızın çocuklarını bence çok daha heyecanlı, her an değişebilen ve hiçbir şeyin kolay kolay önceden kestirilemeyeceği, plan yapmanın giderek zorlaşacağı bir dünya bekliyor.”14.8.2021

Önceki ve Sonraki Yazılar