ÜLKELERİN STRESLİ OLMASININ ÜÇ NEDENİ

Adaletin olmadığı hukukun işlemediği, keyfi yönetimlerin egemen olduğu ülkelerde, günümüz koşullarında sıklıkla görülen kronik stres yüklerini artıran zincirleme nedenler şunlar olabilir mi?

Birincisi neden: Günden güne artan hayat pahalılığıdır. Hükümetler eliyle evcilleştirilen enflasyonun sokaktaki enflasyonla hiçbir alakasının yoktur. İsteğe bağlı enflasyon belirleme yöntemi, aslında halkın cebinden para aşırma yöntemidir. Bu yöntem, halkın günden güne yoksullaşmasına ve aşırı derecede geçim sıkıntısı çekmesine neden olur. Böyle ülkelerde halktan alınan veya halka dağıtılmayan gelirler, oldukça dar kadrolar arasında siyasi güç oranında paylaşılır.

İsteğe bağlı enflasyon belirlenen ülkelerde, kapitalizmin öngördüğü serbest piyasa koşulları geçerli değildir. Tutturan tutturduğu fiyattan mal satar ve halk sürekli yoksulaşır ve daha fazla yardıma muhtaç hale getirilir.

İkincisi neden: Corona salgını. Corona salgının hızla artması tesadüfî değildir. Birinci nedenin oluşturduğu çaresizlik, yılgınlık ve yaşama sevincinin kıtlığı, insanlarda istem dışı aşırı duyarsızlığın ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

İşsizlik, umutsuzluk, hayat pahalılığı, ev içi huzursuzlukların artması gibi temel nedenler, bireyleri hayati tehlike karşısında dahi eve kapanma yerine evden kaçmaya, sokağa çıkmaya teşvik ediyor olabilir. Özellikle devleti yönetenlerin ve toplumsal kanaat önderlerinin tutumu çok değerlidir ve topluma çok iyi örnek olmak zorundadır. Ama çoğunlukla tersi durumlar söz konusu da olabilmektedir.

Üçüncü neden: İktidar ortaklarının, aşırı strese neden olan ayrıştırıcı söylemlerde bulunmalardır. Kaybetmekten korkan iktidar ve ortakları, kendilerine yönelik en ufacık eleştiriye dahi büyük bir reaksiyon göstererek, olur olmaz her şeye devletin asli unsuru olan kolluk kuvvetleri ve yargı marifetiyle müdahalede bulunabilmektedir.

Aşırı çıkarcı iktidarlar ve yakın çevre yandaşları, siyaseten varlık sebebi olarak, birbirlerini görmeye başlarlar. İktidar sayesinde hızla zenginleşenler, devlet kaynaklarından aşırı derecede istifa ederek kendilerine bambaşka hayat kurarlar ve iktidarın tesir ettiği, var olduğu her yerden nasiplenmeye çalışırlar. Bu asalak çevrelerin hukuksal olarak hiçbir korku ve endişe duygusu yok gibidir. İktidarın geleceğinden ve sonuçlarından endişeye kapılmazlar. Çünkü onların hiçbir yassal ve toplumsal sorumlulukları yoktur. Esasında iktidar için en tehlikeli olan grup da işte bu gruptur. İktidar otoritelerini kendi çıkar kozalarının içine hapseden bu parazit grup iktidarı sürekli olarak yalan ve yanlış bilgilerle motive ederek kendi çıkarlarını artırmaya çalışırken, ne iktidarı, ne de toplumun düştüğü acınası durumu görmezden gelirler.

Fevkalade aşırı çıkarcı dar kadro, ana toplumsal yapıdan koparak böylesine klikleşmiş yapıya hapsettikleri iktidar eliyle daha büyük , daha da büyük ve hatta en büyük devasa yatırımlara yönelirken, toplumun dikkatini kendi üzerlerinden başka yöne çekmek için de ütopik ideolojik hedefleri söylemsel olarak topluma yeni projeleri olarak sunarlar.

Bu kumpas içerisine düşmüş iktidarlar artık çıkarcı grubun elinde esaret yaşamaktadır ve devletin kaynaklarının hovardaca israfa neden olurken toplumun ve bireylerin morallerinin bozulmasının farkında bile değillerdir. Halbuki böylesine savrukluğun yaşandığı devletlerde birçok insan ve özellikle de gençler; çok okumayla, çok iyi eğitimler almayla, üstün beceriyle, liyakatle bir yere gelinemeyeceği sanısına kapılırlar. Bu sanılar iktidar ve yandaşlarının hatalı uygulamalarının da etkisiyle zamanla kesin kanıya dönüş ve bu kanılar artık kesin önyargı haline gelir. Ön yargılının egemen olduğu toplumlarda bireysel olarak devlete güvensizlik hızla artar. Haksızlığa uğradığını düşünen toplumlar ve bireyler sahip oldukları milli ve manevi değerlerini teker teker silip atarken, devletin ve toplumun bekası orta ve uzun vadede tehlikeyle girer. Bu kargaşa ve kaos ortamında en çok etkilenen kurumsal yapı toplumun çekirdeği olan ailelerdir. Çünkü artık milli ve manevi değerler uğruna fedakârlıkta bulunacak ne aile, ne de birey kalmamıştır veya çok azalmıştır.

Adaletin ve liyakatin egemen olmadığı devletlerde toplumlar mutlu olamaz. Mutsuz toplumlarda ne barış, ne kardeşlik, ne de dirlik düzenlik olabilir. Gettolaşan devlet kadrolarının toplumlardaki yan etkileri mafyalaşma, kanunsuzluk ve zorbalık artışıdır. Toplumsal ahlak erozyona uğrar. Halk günden güne fakirleşir, günden güne devletine, ülkesine ve kendi milletine yabancılaşır.

En nihayetinde de devleti yönetenler, halka güvenmemeye başlar ve, kendini varlığını sürdürebilmek için oligarşik yapıya sıkı sıkıya sarılır. Böyle bir safha, o devletin yıkılmaya yüz tuttuğunun, parçalanmasına çok az zamanın kaldığının da göstergesidir.

Esasında çıkarcı iktidar ve ortakları, strese soktukları, yoksullaştırdıkları toplumun gazabından korunmak için gün geçtikçe daha da ceberutlaşırlar. Bu kısır döngünün sonucu genelde o devletlere dış müdahaleler artar. İktidar sahipleri, kendi halklarından korunmak için başka devletlerin oyuncağı olmaya razı gelirler. Tarihsel olarak enteresan olansa o iktidar sahipleri her zaman sığındıkları ve desteğini aldıkları diğer devletler tarafından gözden çıkarılırlar.

Hukukun, demokrasinin ve adaletin işlediği toplumlar huzurlu toplumlardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar