Ahmet Özdemir
SORARLARSA KİM SÖYLEDİ, SORANIN DA…
Kimileri 17. Yüzyılda yaşamış olabileceğini belirtse de, ben 16. Yüzyılda yaşamış olabileceğini sanıyorum. Kazak Abdal’ı severim. Ama bir şiiri var ki, katılmam imkânsız. Şimdi yaşasaydı, mümkün değil böyle yazmazdı sanıyorum:
Eşeği saldım çayıra
Otlaya karnın doyura
Gördüğü düşü hayıra
Yoranın da avradını
Münkir münafığın soyu
Yıktı harap etti köyü
Mezarına bir tas suyu
Dökenin de avradını
Müfsidin bir de gammazın
Malı vardır da yemezin
İkisin meyyit namazın
Kılanın da avradını
Derince kazın kuyusun
İnim inim inilesin
Kefen dikmeye iğnesin
Verenin de avradını
Dağdan tahta getirenin
Mezarına götürenin
Talkınını bitirenin
İmâmın da avradını
Kazak Abdal söz söyledi
Cümle halkı dahleyledi
Sorarlarsa kim söyledi
Soranın da avradını
Kazak Abdal’a niçin katılmıyorum. Avradını, diyor. Avrat, dişi kadın, bir erkeğin eşi, karısı, hanımı demek. Köyü yıkanları, müfsidi, gammazı, cimriyi, doğayı katledeni eleştirmesi, hatta onlara küfretmesi doğal sayılabilir ama avradının günahı ne? Oysa bizlerde at avrat ve silah verilmezler arasındadır. Onun için bugünü yaşamış olsaydı, herhalde, Atatürk düşmanlarını, unutturmaya çalışanları da listesine eklerdi. “Avradını” yerine hakkedenin kendisine gereğini yapardı. Onların “vicdanına”, “suratına” belki “çenesine” diyebilirdi. Daha da kabası “mabadını” derdi. Elbette bu da çirkin.
Kazak Abdal bilinmeyenlerle dolu. Sözünü ettiğim gibi yaşadığı dönem tahmine dayanıyor. Bir şiirinde Balım Sultan’ı övüyor. Balım Sultan (d. 1457; Dimetoka - ö. 1517) Hacı Bektaş’tan sonra Alevi Bektaşilerin ikinci piri. Buna dayanarak 16. Yüzyılda yaşamış olabileceğini tahmin etmiştim.
Asıl adının Ahmet olduğu doğru. Ancak, aşıklık serüveni inanacak kimse bulmaya muhtaç. Yazdığımı okursanız bana hak vereceksiniz.
Turgut Koca'nın Bektaşi Şairleri ve Nefesleri kitabında şöyle anlatılmaktadır: Rus Çarı'nın kızı bir çocuk doğurur. Fakat bu çocuk, annesinden süt emmez. Bu duruma hekimler, papazlar çare bulamazlar. Sonunda Deliorman dergahından, Rusya'dan tuz parası almak üzere gelen Demir Baba'ya: 'Sen keramet ehli bir azizsin. Bu çocuğu tutulduğu hastalıktan kurtar.' diye yalvarırlar. Demir Baba da: 'Bu çocuğun süt emmesini sağlar isem, tekkeme nezreder misiniz?' der. Kabul ederler. Demir Baba çocuğa: 'Em!' der. Çocuk, anasının memesini emer. Delikanlılık çağına erince, Demir Baba dergahına gönderirler. Böylece Demir Baba, çocuğu evlat edinir. Adını Ahmet kor. Bu çocuk daha sonraları Balım Sultan'a giderek, el alır ve adı da Kazak Abdal olur. Söylence böyle bitiyor.
Kazak Abdal'ın ucu tenteneli ve taşlanmış bir mendilinin, Demir Baba dergahında bulunduğunu, Deliorman'dan gelen göçmenler söylemekteler.
Şiirlerinde genellikle toplumdaki asalak, ahlaksız, hak yiyici kötü tipleri taşlar. Ne yazık ki şiirlerinin tamamını bilmiyoruz. Bazı yönlerden Azmî ve Kaygusuz Abdal’ın şiirlerine benzeyen hiciv ve mizah öğeleri taşıyan birkaç şiiri bilinmektedir.
Yalın bir Türkçe kullandığı şiirlerinde kendine has bir söyleyişiyle dikkat çeker. Bakınız kendini beğenmiş, ne oldum delisi olanları nasıl taşlıyor:
Ormanda büyüyen adam azgını
Çarşıda pazarda insan beğenmez
Medrese kaçkını softa bozgunu
Selâm vermek için dervişan beğenmez
Âlemi ta’n eder yanına varsan
Seni yanıltır bir mesele sorsan
Bir cim çıkmaz eğer karnın yarsan
Câmiye gelir de erkân beğenmez
Elin kapısında kul kardaş olan
Burnu sümüklü hem gözü yaş olan
Bayramdan bayrama bir tıraş olan
Berbere gelir de dükkân beğenmez
Dağlarda bayırda gezen bir yörük
Kimi timar sipah kimi ser-bölük
Bir elife dili dönmeyen hödük
Şehristâna gelir ezân beğenmez
Bir çubuğu vardır gayet küçücek
Zu’m-ı fâsidince keyif sürecek
Kırık çanağı yok ayran içecek
Kahvede fağfurî fincân beğenmez
Yaz olunca yayla yayla göçenler
Topuz korkusundan şardan kaçanlar
Meşe yaprağını kıyıp içenler
Rumeli bohçası duhân beğenmez
Aslında neslinde giymemiş hâre
İş gelmez elinden gitmez bir kâre
Sandığı gömleksiz duran mekkâre
Bedestene gelir kaftan beğenmez
Kazak Abdal söyler bu türlü sözü
Yoğurt ayran ile hallolmuş özü
Köyden şehre gelen bir köylü kızı
İnci yakut ister mercân beğenmez
Rus Çarının kızının çocuğu olduğu rivayetini bir yana bırakırsak, Kazak Abdal'ın Romanya Türklerinden olduğu söylenmektedir. Hayali bir resmi de yapılmıştır. Bir şiirinden ise asıl adının Ahmet olduğu anlaşılıyor. Kendine özgü ve gerçekçi bir bakışı vardır. Ali sevgisi Ali'de Tanrı'nın dile geldiği, görünüş alanına çıktığı, onun insan biçiminde tanrı olduğu inançla anılır, anlatılır.
Kazak Abdal'ın toplumsal kurumları, yerleşik inançları, gelenekleri yeren iki şiiri günümüzde de değerini korumaktadır. Belli bir toplumsal düzenin oluşturduğu insanın alabildiğine yerildiği bu şiirler, yerginin ötesinde mizahi öğeler de taşır. Azmi'yi ve Kaygusuz Abdal'ı anımsatır. Ali de Tanrı'nın dile geldiğini görünüş alanına çıktığını söyler. Tanrı'yı insanlaştırır.
Yerici -alaycı tutumu, güldürücü diliyle yobazlara, sofulara kulaktan dolma tutarsız bilgilerle bilgin görünmeye çalışan cahillere ses kalabalığı ile başkalarını susturmaya çalışanlara şiirlerinde sataşır, onların olumsuz yanlarını sergiler. Aslında şiirleri açıktır, yoruma gerek duymaz. Yerginin içinde gerçeği sunar. Kimlere çattığını açıkça söyler.
Kazak Abdal, kendine özgü söyleyişi, buluşu olan, olaylara çok alaycı yerici gözle bakmasını bilen, yazınımıza değişik bir ses getirmiş ozanımızdır. Alaycılığı ve yericiliğiyle 16. yüzyılda yaşamış Azmi'yi anımsatıyor. Kırsal kesimin ozanlarınca da çalınmış söylenmiştir. Bu şiir türünde onun gibi başarılısı görülmemiştir. Hacı Bektaş Veli'ye yürekten bağılıdır:
“Benim pirim Haci Bektas Veli'dir
Pirim piri Şah-ı Merdan Ali'dir
Seyyit Ali Sultan Kızıl Deli’dir
Mürsel Baba oğlu Sultan Balım’dır”
Denizli’de türbesi bulunan Kazak Abdal’ın Çağını aşan tutumundan ve köklü bir direniş içinde, gerçekçiliğinden söz edebiliriz.