SORARLARSA KİM SÖYLEDİ, SORANIN DA…

Kimileri 17. Yüzyılda yaşamış olabileceğini belirtse de, ben 16. Yüzyılda yaşamış olabileceğini sanıyorum. Kazak Abdal’ı severim. Ama bir şiiri var ki, katılmam imkânsız. Şimdi yaşasaydı, mümkün değil böyle yazmazdı sanıyorum:

Eşeği saldım çayıra

Otlaya karnın doyura

Gördüğü düşü hayıra

Yoranın da avradını

Münkir münafığın soyu

Yıktı harap etti köyü

Mezarına bir tas suyu

Dökenin de avradını

Müfsidin bir de gammazın

Malı vardır da yemezin

İkisin meyyit namazın

Kılanın da avradını

Derince kazın kuyusun

İnim inim inilesin

Kefen dikmeye iğnesin

Verenin de avradını

Dağdan tahta getirenin

Mezarına götürenin

Talkınını bitirenin

İmâmın da avradını

Kazak Abdal söz söyledi

Cümle halkı dahleyledi

Sorarlarsa kim söyledi

Soranın da avradını

Kazak Abdal’a niçin katılmıyorum. Avradını, diyor. Avrat, dişi kadın, bir erkeğin eşi, karısı, hanımı demek. Köyü yıkanları, müfsidi, gammazı, cimriyi, doğayı katledeni eleştirmesi, hatta onlara küfretmesi doğal sayılabilir ama avradının günahı ne? Oysa bizlerde at avrat ve silah verilmezler arasındadır. Onun için bugünü yaşamış olsaydı, herhalde, Atatürk düşmanlarını, unutturmaya çalışanları da listesine eklerdi. “Avradını” yerine hakkedenin kendisine gereğini yapardı. Onların “vicdanına”, “suratına” belki “çenesine” diyebilirdi. Daha da kabası “mabadını” derdi. Elbette bu da çirkin.

Kazak Abdal bilinmeyenlerle dolu. Sözünü ettiğim gibi yaşadığı dönem tahmine dayanıyor. Bir şiirinde Balım Sultan’ı övüyor. Balım Sultan (d. 1457; Dimetoka - ö. 1517) Hacı Bektaş’tan sonra Alevi Bektaşilerin ikinci piri. Buna dayanarak 16. Yüzyılda yaşamış olabileceğini tahmin etmiştim.

Asıl adının Ahmet olduğu doğru. Ancak, aşıklık serüveni inanacak kimse bulmaya muhtaç. Yazdığımı okursanız bana hak vereceksiniz.

Turgut Koca'nın Bektaşi Şairleri ve Nefesleri kitabında şöyle anlatılmaktadır: Rus Çarı'nın kızı bir çocuk doğurur. Fakat bu çocuk, annesinden süt emmez. Bu duruma hekimler, papazlar çare bulamazlar. Sonunda Deliorman dergahından, Rusya'dan tuz parası almak üzere gelen Demir Baba'ya: 'Sen keramet ehli bir azizsin. Bu çocuğu tutulduğu hastalıktan kurtar.' diye yalvarırlar. Demir Baba da: 'Bu çocuğun süt emmesini sağlar isem, tekkeme nezreder misiniz?' der. Kabul ederler. Demir Baba çocuğa: 'Em!' der. Çocuk, anasının memesini emer. Delikanlılık çağına erince, Demir Baba dergahına gönderirler. Böylece Demir Baba, çocuğu evlat edinir. Adını Ahmet kor. Bu çocuk daha sonraları Balım Sultan'a giderek, el alır ve adı da Kazak Abdal olur. Söylence böyle bitiyor.

Kazak Abdal'ın ucu tenteneli ve taşlanmış bir mendilinin, Demir Baba dergahında bulunduğunu, Deliorman'dan gelen göçmenler söylemekteler.

Şiirlerinde genellikle toplumdaki asalak, ahlaksız, hak yiyici kötü tipleri taşlar. Ne yazık ki şiirlerinin tamamını bilmiyoruz. Bazı yönlerden Azmî ve Kaygusuz Abdal’ın şiirlerine benzeyen hiciv ve mizah öğeleri taşıyan birkaç şiiri bilinmektedir.

Yalın bir Türkçe kullandığı şiirlerinde kendine has bir söyleyişiyle dikkat çeker. Bakınız kendini beğenmiş, ne oldum delisi olanları nasıl taşlıyor:

Ormanda büyüyen adam azgını

Çarşıda pazarda insan beğenmez

Medrese kaçkını softa bozgunu

Selâm vermek için dervişan beğenmez

Âlemi ta’n eder yanına varsan

Seni yanıltır bir mesele sorsan

Bir cim çıkmaz eğer karnın yarsan

Câmiye gelir de erkân beğenmez

Elin kapısında kul kardaş olan

Burnu sümüklü hem gözü yaş olan

Bayramdan bayrama bir tıraş olan

Berbere gelir de dükkân beğenmez

Dağlarda bayırda gezen bir yörük

Kimi timar sipah kimi ser-bölük

Bir elife dili dönmeyen hödük

Şehristâna gelir ezân beğenmez

Bir çubuğu vardır gayet küçücek

Zu’m-ı fâsidince keyif sürecek

Kırık çanağı yok ayran içecek

Kahvede fağfurî fincân beğenmez

Yaz olunca yayla yayla göçenler

Topuz korkusundan şardan kaçanlar

Meşe yaprağını kıyıp içenler

Rumeli bohçası duhân beğenmez

Aslında neslinde giymemiş hâre

İş gelmez elinden gitmez bir kâre

Sandığı gömleksiz duran mekkâre

Bedestene gelir kaftan beğenmez

Kazak Abdal söyler bu türlü sözü

Yoğurt ayran ile hallolmuş özü

Köyden şehre gelen bir köylü kızı

İnci yakut ister mercân beğenmez

Rus Çarının kızının çocuğu olduğu rivayetini bir yana bırakırsak, Kazak Abdal'ın Romanya Türklerinden olduğu söylenmektedir. Hayali bir resmi de yapılmıştır. Bir şiirinden ise asıl adının Ahmet olduğu anlaşılıyor. Kendine özgü ve gerçekçi bir bakışı vardır. Ali sevgisi Ali'de Tanrı'nın dile geldiği, görünüş alanına çıktığı, onun insan biçiminde tanrı olduğu inançla anılır, anlatılır.

Kazak Abdal'ın toplumsal kurumları, yerleşik inançları, gelenekleri yeren iki şiiri günümüzde de değerini korumaktadır. Belli bir toplumsal düzenin oluşturduğu insanın alabildiğine yerildiği bu şiirler, yerginin ötesinde mizahi öğeler de taşır. Azmi'yi ve Kaygusuz Abdal'ı anımsatır. Ali de Tanrı'nın dile geldiğini görünüş alanına çıktığını söyler. Tanrı'yı insanlaştırır.

Yerici -alaycı tutumu, güldürücü diliyle yobazlara, sofulara kulaktan dolma tutarsız bilgilerle bilgin görünmeye çalışan cahillere ses kalabalığı ile başkalarını susturmaya çalışanlara şiirlerinde sataşır, onların olumsuz yanlarını sergiler. Aslında şiirleri açıktır, yoruma gerek duymaz. Yerginin içinde gerçeği sunar. Kimlere çattığını açıkça söyler.

Kazak Abdal, kendine özgü söyleyişi, buluşu olan, olaylara çok alaycı yerici gözle bakmasını bilen, yazınımıza değişik bir ses getirmiş ozanımızdır. Alaycılığı ve yericiliğiyle 16. yüzyılda yaşamış Azmi'yi anımsatıyor. Kırsal kesimin ozanlarınca da çalınmış söylenmiştir. Bu şiir türünde onun gibi başarılısı görülmemiştir. Hacı Bektaş Veli'ye yürekten bağılıdır:

“Benim pirim Haci Bektas Veli'dir

Pirim piri Şah-ı Merdan Ali'dir

Seyyit Ali Sultan Kızıl Deli’dir

Mürsel Baba oğlu Sultan Balım’dır”

Denizli’de türbesi bulunan Kazak Abdal’ın Çağını aşan tutumundan ve köklü bir direniş içinde, gerçekçiliğinden söz edebiliriz.

Önceki ve Sonraki Yazılar